25 Eylül 2013 Çarşamba

TÜRKİYE'NİN İLK GRAFİKERİ: İHAP HULUSİ GÖREY

Görsel alanda en çağdaş bir reklam aracı olan afiş sanatının duayenidir.


Ailesinin kökeni Türkmen olup, Erzincan ilimizin bir beldesi olan Kemah’tır. Dedesi, Erzincan’daki Askeri Liseyi bitirip, Harp Okuluna devam ederek subay çıkar. Daha sonra da, Osmanlı İmparatorluğu'nun şirin bir eyaleti olan Mısır’ın başkenti Kahire’de görevlendirilir.
Kahire o yıllar, Avrupa kentleri kadar modern bir şehirdir. Bu nedenle oğlu Ahmet Hulusi’yi (İhap Hulusi’nin babası) burada okutmaya karar verir. Sonuçta ailesini de yanına aldırır. Ahmet Hulusi Bey aldığı eğitim sonucunda Mısır’ın ünlü mimarlarından biri olur.
Oraya sonradan göç eden, Çerkez asıllı bir ailenin kızı olan Vecide hanımla evlenir.  Bu evlilikten 28 Kasım 1898 yılında İhap Hulusi, ve sıra ile, Nevgece ( 1908 ), Nihat , ( 1907), Yavuz (1912 ) doğar.
Varlıklı bir ailedir. Çocukluk yıllarında yaz aylarını İstanbul Moda burnu’ndaki Çınarlı sokaktaki Tevriye’de bulunan malikane’de, kış aylarını ise Kahire’de geçirirler.
İhap Hulusi Bey ilk, orta ve Lise öğrenimini Kahire’de önce İngiliz, sonra da devlet okullarında yapar.
Babası mimar, annesi amatör olarak resimle uğraşmakta olup ileri derecede piyano çalmaktadır. Bu nedenle böyle bir aile ortamında kendisi de resim sanatına gönül verip bu yeteneğini geliştirmiştir.
Ama bu kadarla yetinmeyip, posta ile resim dersleri almaya başlar. O günlerde çevresinde yaygın olan bu yöntemi şöyle gerçekleştirir. 1917 yıllarıdır. resim çalışmalarını kağıtlara döküp bunları bir araya getirerek, posta ile Almanya’da bulunan bir ressama gönderir. İhap Bey’in yaptığı resimleri inceleyen bu kişi eleştirilerini tek tek sıralar ve yapması gerekenleri tek tek kaydederek tekrar posta ile geri gönderir. Bu işlem bir süre böyle devam eder birinci dünya savaşı patlak verir. Aile zorunlu olarak Mısır’da kalır. Bu sırada İngilizler başkent Kahire’yi işgal eder.
Babası  “ Ben bir Türk kentinde görev yapıyordum. Şu andaki durumu hazmedemem “ diyerek kararını verir. Mısır’ı ailesiyle birlikte terk ederek kışları ikamet ettiği İstanbul’daki köşklerine göç eder. Burada ailesiyle birlikteliği uzun sürmez. 1920 yılında resim çizmedeki yeteneğini geliştirmek ve geçimini bununla sağlamak için resim öğrenimini Almanya’da devam ettirmeye karar verir. Orada Heimann Schule’ye girer. Bu okulda iki yıl eğitim alır. Gün boyu derslerde canlı modelden desen yapma, perspektif, ışık-gölge ve siyah beyaz resim tekniği üzerinde çalışmalar yapar. Resim çizme yeteneğini oldukça ileriye götürür.
“Hayatımı resim yapmakla kazanmaya kararlı olmam dolayısıyla beni maddeten daha kolay tatmin edecek, resmin ticari şekli olan afiş ve gazete resimlerini yapmayı daha uygun buldum.  Bu alanda öğretim yapan KUNGSGEVERBE SCHULE’nin afiş bölümüne girdim" der.


İki yıl da buraya devam eder. Hocası Almanya’nın ünlü afiş sanatçılarından Prof. Ludvig HOHLWEİN’dir. Hocasından çok şey öğrenir, etkilenir. Okulunun başarılı öğrencilerindendir. Çizdiği afişler beğeni toplamaktadır. Bazı alman firmalarından siparişler almakta ve eğitim giderlerini yaptığı çizimlerden kazanmaktadır. Eğitimcileri övgülerini bildirirler. Hatta referans belgeleri de verirler. Almanya’daki eğitim yıllarında ailesini görmek için zaman azman İstanbul’a gelmektedir. Bu ziyaretlerinin birinde, yolu Cağaloğlu’ndaki Bizim Yokuş’a düşer. 1922 yılından bu yana yayın yaşamını sürdüren Aşir Efendi Caddesi’ndeki Tefeyyüz Kitabevi üstündeki, Akbaba Mizah Dergisi’ne uğrar. Sahibi ve başyazarı Yusuf Ziya Ortaç’tır. Kendisini tanıtır. Uzun uzun sohbet ederler. Almanya’dan gönderdiği birkaç karikatürü daha önce yayınlanmıştır. Dergi ile ilişkilerinin artarak süreceğini öğrenir, mutlu olur. Ortaç’ın yanından sevinçle ayrılır.
1925 yıllarında Galatasaray Sultanisi’nde Yeni Resim Cemiyeti sanatçılarının katılımıyla karma resim sergisi düzenlenir.
Bu sergiye İhap Hulusi Almanya’da hazırladığı afişlerinden altı eserle katılır. Bunlar, Türkiye’de görülen ilk afişlerdir. Eserleri Şevket Bey, Halil Paşa, Feyhaman Bey, İbrahim Çallı’ların eserleriyle yan yana sergilenir.
Serginin açılışını yapan, kendisi de ressam olan Halife Abdülmecid  (II. Abdulhamid oğlu),  İhap Hulusi’nin yapıtları önünde hayranlığını gizleyemez. Eserlerin sahibini arayıp buldurur, tanışma sırasında ellerini iki eli arasına alır, uzun uzun tebrik eder.
Bu sergi bitiminde İhap Hulusi yine eğitimini yaptığı hocası Ludvif HOHLVEİn’in yanına döner. Bir süre sonra atölye olarak da kullanacağı evini kurup çalışmalarına yönelir.
Batı’da eğitim görmüş, dört yabancı dil bilen, geniş kültürlü bir insan olarak İhap Hulusi, Cumhuriyet ideolojisine denk düşen bireylerin tipik bir örneğidir aynı zamanda. Yeni rejimle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemindeki uyuşukluktan sıyrılınmış, ülkenin üzerine çöken ölü toprağı atılmaya başlanmıştır. Devir ‘Ana yurdu demir ağlarla dört baştan örmek’ devridir. Ülkenin dörtbir yanında ticari ve sosyal atılımlar birbirini izlemekte, geniş ölçekli bir kalkınma ve çağdaşlaşma hamlesi tüm hızıyla sürmektedir.
O dönem, televizyon henüz yoktur, radyo yaygın değildir, düşük tirajlı gazetelerin de geniş yığınlara ulaşamadığı dikkate alındığında, en geçerli, en makul kitle iletişim aracının duvar afişleri olduğu anlaşılır. Eğitim düzeyi düşük bir halka bir mesaj ulaştırmanın en kestirme, en yaygın aracıdır afişler.


İhap Hulusi böylece, yeni devletin ideolojisini halka mal etmekle görevli bir kitle iletişimcisi rolü üstlenir. Devlet halkının yerli mallarını kullanmasını mı istemektedir, bunu yığınlara İhap Hulusi’nin çizgileri ile duyurur. Çağdaş kılıklarla mı gezilmelidir, halkın bilinçaltında bu arzuyu İhap Hulusi’nin Sümerbank için hazırladığı ilanlardaki çekici ayakkabı görüntüleri tahrik eder. Almış olduğu kültür ve yaşam felsefesi, İhap Hulusi’yi kendi görüşlerine uygun resimler üretmeye teşvik eder, modellerine kaynaklık eden yakın çevresindeki insanlar da zaten şık giyimli, çağdaş görünümlü kişilerdir. Sonuç; doğrudan ilgisi olmayan çalışmalarında da İhap Hulusi, Cumhuriyet’in görmek istediği bireyin görüntüsünü kullanır, çoğaltır, belleklere yerleştirir, yaygınlaşmasını sağlar. Örneğin onun imajı, ünlü Kulüp Rakısı etiketinde kullandığı resimdeki kişilerdir. Hani resimlerine başka bir alanda rastlasanız, sanatçı ya da milletvekili (ki zaten öyledirler) sanabileceğiniz iki kişi. Kültürlü, nazik, başarılı, yaşamın tadına varmış, güvenilir insanlar olduklarına hükmedebilirsiniz resme bakınca. Takım elbiseli olmaları rastlantı değildir kuşkusuz. İhap Hulusi’nin tüm ticari çalışmalarında, asker veya köylü gibi kesin çizgilere sahip olması gerekenler dışındaki herkes takım elbiseli, kravatlıdırlar, ister tezgahtar olsunlar, isterse gazete satıcısı.
Ve kişilerin yüzleri hep güleçtir… Bayrağımızı gururla dalgalandıran Mehmetçik, neşe içinde bayramı kutlayan çocuk, evde reçel yapmak ya da dikiş dikmekle memleket ekonomisine katkıda bulunmaktan mutlu olan evhanımı, yerli malı kumaşları müşterilerine satan güleryüzlü satıcı… Hepsi dinamik, çağdaş, mutlu insanlardır. Ülke baştan sona yenilenmekte, ‘az zamanda büyük işler başarmış’ olan devlet, daha mutlu bir geleceğe yönelindiğinin müjdesini vermektedir.
İhap Hulusi’nin afişleri de bu mesajı halka taşır…
Çünkü o, Cumhuriyet sanatçısıdır, yeni rejimin ideolojisini halka mal etmekte ciddi emeği geçmiş bir kişidir…
O, Cumhuriyet’i ‘afişe eden’ adamdır.


Böylesine güç bir işi, bunca yoğun bir çalışma, tüm lezzetinin yanında şekerrenk kimi durumlara da yol açabilir kuşkusuz. Aynen o ünlü kumbara kampanyasında yaşandığı gibi; 1928 yılında İş Bankası, kurucusu Celal Bayar’ın önerisiyle kumbara yapımına girişir. Amaç, ‘milletin ruhunda gizli kalan tasarruf definesini’ ortaya çıkarmaktır. Fikret Adil’in aktardığına göre, diğer yönetim kurulu üyeleri sıcak bakmadıkları için ilk etapta yalnızca 1000 kumbara piyasaya verilir. Kumbaralar dağıtılmaya başlandığı zaman, ‘banka şubeleri vesika ile ekmek dağıtan fırınlara dönmüş, kapıların kapatılması’ gerekmiştir. İlk partiyi izleyen seferlerde, sayıları on binlerle ifade edilen partiler piyasaya sürülür.
Kumbara kampanyası öylesine başarılı olur ki, banka reklam kampanyaları bir dönem kumbaralar üzerine kurulur. İş Bankası ‘Kumbara’ isimli bir dergi yayımlamaya başlar. Faruk Nafiz’e ‘Kumbara’ adlı bir oyun yazdırılır ve tüm kampanyanın afişlerini hazırlayan İhap Hulusi, kumbara resmi çizmekten sıkılır.
Türkiye’deki ilk siparişi ‘İnci Diş Macunları’dır. Dişlerini göstererek gülen bir zenci afişi hazırlayan İhap Hulusi, bu ilk işi için 10 lira kazanır. Yıl 1927. Serüven; Vog Çorapları (1926), Sahibinin Sesi Gramofonları (1927), yeni adı Milli Piyango olan Türk Tayyare Cemiyeti (1927–1977), İnhisarlar İdaresi (Tekel) Kulüp Rakısı etiketi (1932), Piyale Makarnaları, Türkiye İş Bankası, Ziraat Bankası (1930), Garanti Bankası, Emniyet Sandığı, Turing Kulübü, Nüfus Sayım afişleri (1935), Sivas-Erzurum demiryolu tahvilleri (1936), Vakıflar Bankası, Bayer, Kodak, Pirelli, Kurukahveci Mehmet Efendi ve Mahdumları, Kızılay (1940), Yeşilay, Sümerbank, Spor Toto, Ford Otomobilleri, Beykoz Kunduraları, Harrison Çorap Makineleri, Yerli Mallar Pazarı, Burla Biraderler gibi firma ve kurumların ilanlarıyla, afişleriyle sürer, yurdun dörtbir yanına yayılır…
İhap Hulusi, Cumhuriyet’in ilk yıllarından 1975’lere kadar Türkiye Cumhuriyeti ekonomisinin resimli romanlarını çizmiştir adeta…
Eserlerinden bazıları ölümsüzleşmiştir. Alfabe kapağını süsleyen Atatürk ve Ülkü… Kağıt paraların üzerine basılan Kocatepe’deki Atatürk… Kara yemenisi, poturu, belinde kuşağı, yeleği, öne doğru eğilmiş kasketi ve elinin altında tuttuğu kumbarasıyla, ikindi güneşinin altında sırtını bankasına dayamış, keyifle sigarasını tüttüren aksakallı ihtiyar… ‘Para biriktiren rahat eder.’ İşte Ziraat Bankası için hazırlanmış bu afiş, köy kahvelerine varıncaya dek tüm Anadolu’yu sarmış. Bir hayli değişikliğe uğrasa da hala kullanılan Kulüp Rakısı etiketi… Birer yudum aldıkları kadehlerini masanın üzerine koymuşlar ve tatlı tatlı sohbet ediyorlar. Etiketin üzerindekilerden arkası dönük olan ‘Ördeklerden bir filo, bir de kazdan amiral’ diyen yakın arkadaşı şair Milletvekili Fazıl Ahmet Aykaç, yüzü dönük olan ise kendisi. Önce fotoğrafını çekmiş, sonra bu ilüstrasyonu yapmış. 1930’da yaptığı bu etiketten kazandığı para ise 30 lira.
Milli Piyango biletleri, başlı başına bir medyaydı. İnsanlara resimli roman keyfi verirdi. İzleyici lacivert gökyüzünün altında parlayan karlı kış gecelerinde bembeyaz, aydınlık yollarda dolaştırır, yeni ve bilmediğiniz yerlere götürür ve bilmediğiniz olaylar yaşatırdı.
Tüm ilan metinlerini de kendisi yazmış. Bunların bir kısmı ilginçtir, örneğin Ankara Balı ilanında bir erkek bir karısını öperken görüntülenmiştir. Altında ‘Ankara Balı daha tatlı’ yazar… Sümerbank Yerli Mallar Pazarı’nın ilanlarında ise, ringde mücadele eden iki boksörün resmine şu cümle eşlik etmektedir, “Hafif sıklet bir şampiyon gibi bu kunduruların en hafifi ve en sağlamıdır.” Yine Sümerbank’ın bir başka afişindeki yazıyı da analım, “Beykoz kunduraları, martı gibidir, içlerine su geçirmez.”
Tekel’in hala değiştirmediği Birinci sigarasının ambalaj tasarımı da ona ait. 1949’da gelen sipariş üzerine tam sekiz ayrı taslak hazırlamış.
Gerçekten de bütün bu süre içinde “Canım efendim, radyoda reklam saatini kimse dinlemiyor. Biz yine İhap Hulusi’den şaşmayalım” demiş reklamverenler… İhap Hulusi‘den kasıt afiş, afişten kasıt ise İhap Hulusi olmuş hep.
İhap Hulusi, kendisi için bir afişte en önemli öğenin ‘buluş’ olduğunu söyler, ona göre afiş, seyredenlerin ilgisini çekmeli ve düşündürmelidir. 1980’lerde yaptığı bir söyleşide dönemin eğilimlerini eleştirir; “Bugünkü afişleri ben beğenmiyorum. Halka hitap etmiyor. İlgi çekmiyor. Sözle çizgi birleşmiyor. Reklam şirketlerinin imkanları afiş sanatçısının lehine kullanılmıyor. Beni sergiye götürdüler. Güzel resim bunlar, ama afiş değil, resim.”
Ona göre afiş, ‘sokakta giden adamın durup bakacağı, ilgisini çeken bir unsurdur. Bu tıpkı müzik gibidir. Beethoven müziği başkadır, sokak çalgıcısınınki başka.’
“Ana fikir, günlük hayatta ansızın aklıma gelir, sonra resimlerim. Genellikle afişlerimi küçük boyutlarda yaparım. Sonra projeksiyonla büyütür, temize çeker, ondan sonra teslim ederim” biçiminde özetler çalışma sistemini. Taslaklarına bakıldığında İhap Hulusi’nin bir başka ilginç özelliği de göze çarpar; her işe ayırdığı zamanı not düşer üçgeninin yanına; Arapça, Türkçe ve İngilizce.
Atölyesi evde olduğu için kocasının çalışmalarını çok yakından izleme şansını bulduğunu belirten son eşi Naşide Görey, şunları anlatıyor; “Hiçbir eseri, istediği kaliteye ulaşmadan e-linden çıkarmazdı. Modellerini seçme şekli çok ilginçti. Köylü dayılarını sokaktaki vatandaşlardan, yakın dostlarından veya akrabalardan seçerdi. Ona modellik etmek zordu. Kafasında geliştirdiği kompozisyonun hakkını verecek atmosferi veya tipi bulmadan tatmin olmazdı. Kulüp Rakısı üstündeki etiket, bunun en canlı misalidir. Birçokları bana ‘Bu etiket üzerindeki baylardan biri eşinizmiş, doğru mu’ diye sorarlardı.”
İhap Hulusi’nin fırçası gibi renkleri de tamamen kendine özgü idi. Afişlerinde, yakından bakıldığında üçgenler, beşgenler gibi bir takım geometrik şekillerden meydana gelen, aynı rengin tonları ile çalışırdı. Fakat biraz uzaklaşıp bakıldığında bütün o parçalar bütünleşir ve çok etkili bir görünüm sağlardı. Zaten afiş sanatı, uzaktan bakıldığı zaman kendisini göstermesi gereken bir sanattır. Bu bakımdan üstadın afişleri çok etkileyicidir.
Sanatçı kişiliği açısından ölümsüz ustaların özelliği olan her şey onda vardı. Aldığı siparişlerin büyüğü ve küçüğü yoktu. Hepsinde yalnız bir amaç vardı; o da mükemmelin zirvesine erişmesi.
İhap Hulusi Cumhuriyet’in görmek istediği bireyin görüntüsünü kullanır, çoğaltır, belleklere yerleştirir ve yaygınlaşmasını sağlar.
Kaynak: Yard. Doç. A.Yaşar Serin